Öne Çıkan Yayın

İslami olarak Ölümden Sonra Yaşam ve Ruh Hususu

Selam, Aslında şu an hiç kimse beni okumuyor biliyorum ama, Allah nezdinde "çabalamış" sıfatı kazanmak için bu yazıyı yazacağı...

20 Ekim 2017 Cuma

Vahyi Getiren Ruh'ul Kuds mu,Vahiy Meleği Cibrîl yahut Cebrail mi?

Keldânî menşeli olan Gabriel: “güçlü insan” anlamındaki geber ile “Tanrı” manasındaki “El” kelimelerinden oluşur.[1] Dil âlimlerine göre Cibrîl kelimesi, Allah’ın Ceberût’undan türemiştir. İbranice aslına en yakın anlamıyla Cebrâil; “جَبَرُوتُ اللهِ  /Allah’ın ceberûtu” yani Allah’ın gücü ve kuvveti anlamına gelmektedir. [81/19-21] ayeti de bunu teyit etmektedir. Cibrîl, Ruh’ul-Kudüs, Rûh’ul-Emîn, Rûh ve Resul şeklinde Kurân’da beş değişik isimle geçen meleğin Cebrâil olduğu kabul edilir. Rûh’ul-Kudüs /Kutsal Ruh tabirinin Kur’ân’da geçtiği dört ayetten üçü; İsa’nın Rûh’ul-Kudüs ile desteklendiği [2/87, 253; 5/110], biri de ilahî vahyin Rûh’ul-Kudüs vasıtasıyla indirildiğinin belirtildiği ayettir. [16/102] Ruh kelimesi Kur’ân’da daima müfret olarak gelmesinden de anlaşıldığı üzere “ervâh” şeklinde cemisi olmayan özel bir isimdir. Kur’ân’da sadece Rûh’ul-Kudüs (Mukaddes/Kutsal Ruh) terkibiyle gelen bu kelime ile ilgili çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bazılarına göre kudüs kelimesi kuddûs gibi Allah’ın isimlerindendir; dolayısıyla Rûh’ul-Kudüs, “rûhullah” demektir. Bu görüşü savunanlar, İsa’nın Rûh’ul-Kudüs ile desteklendiğini; Rûh’ul-Kudüs’ün de Allah’ın Ruh’u olduğu için İsa’ya “Rûhullah” [4/171] denildiğini belirtirler. İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre Rûh’ul-Kudüs: İsa’nın kendisiyle ölüleri dirilttiği Allah’ın ism-i a’zamıdır. Cebrâil’e “Ruhullah” dahi denilmesi, diğer bir ilahî isim olan Rûh’ul-Kudüs’ün de aynı anlama (yani Cebrâil anlamına) geldiğini doğrular. [2]

Ruh’ul-Kudüs’ün Cebrâil olduğuna dair İslamî görüş bir içtihattır. Nitekim Elmalı müfessirlerin Ruh’ul-Kudüs’ü Cebrâil olarak açıklama gayretlerinden bahsetmektedir. Kendisi de bu Ruh’un Cebrâil olduğunu kanaatindedir. Ne var ki, delil olarak getirdiği “Biz ona Ruh’umuzu gönderdik, ona düzgün bir beşer olarak temessül etti.” [19/17] ayeti bu Ruh’un Cebrâil olduğunu kanıtlamaktan hayli uzaktır. Haliyle müfessirlerin Ruh’ul-Kudüs’ün melek olan Cebrâil’den başka özel bir ruh olduğuna dair şüpheleri yersiz değildir. Ya da Cebrâil melek değildir.
Esasen Kur’ân’da Meryem’e çocuğunun olacağını müjdeleyenler meleklerdir. [3/45-47] Ama Meryem’i hamile bırakan melekler değil, Ruh’ul-Kudüs’tür. [19/17] Müfessirlerimiz burada geçen “ruhumuz/ rûhanâ ifadesini Cebrâil olarak tefsir etmişlerdir. Yani müfessirler, müjdeleyen melek ise, hamile bırakan Ruh’ul-Kudüs de bir melek (Cebrâil) olmalıdır sonucuna varmışlardır. İncil’e göre de Meryem’e bir çocuk doğuracağını müjdeleyen melek (Cebrâil) tir. [Luka, 1:26] Meryem’i hamile bırakan ise Rûh’ul-Kudüs [Luka, 1:36] tür. Yani müjdeyi veren melek ile onu hamile bırakan Rûh’ul-kudüs aynı varlık değildir. Burada önemli bir ayrıntı da, Rûh Meryem’e göründüğünde Meryem Rûh’a değil, Allah’a seslenmiştir. “Meryem dedi ki: Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” Bu soruya cevap veren yine Allah’tır. “Allah dedi ki; Pekâlâ olur! Çünkü Allah dilediğini yaratır. Allah bir şeyin olmasını dileyince ona sadece “Ol!” der, o da oluverir.” [3/47] Yani burada Rûh Allah’tan ayrı bir varlık değil gibi gözükmektedir. Failler bazen Ruh veya Allah olarak değişse de fiil tektir. Aynı fiili iki fail birlikte yapmaktadır. Kur’ân’da Cebrâil’den “Ruh” ve “Ruhumuz” diye bahsedilmesi de, onun bir melekten daha fazla bir şey olmasını icap ettirir. “Rûh’ul-kudüs onu rabbinden hak olarak indirmiştir” [16/102] ayetinde Kur’ân’ı indirenin Rûh’ul-Kudüs olduğu belirtilmektedir, Cebrâil değil. Eğer Cebrâîl, Rûh’ul-Kudüs ise bu takdirde o vahiy meleği değildir.

Kur’ân’ın âlemlerin rabbi tarafından indirildiğini beyan eden ayetten sonra, “Onu senin kalbine /zihnine açık seçik bir Arapçayla Rûhu’l-Emîn indirmiştir. Bu vahyin özü önceki vahiylerde de mevcuttur” [26/192-196] denilmektedir. Buradaki Rûh’ul-Emîn’den Cebrâil’in kastedildiğini, “Cebrâil’e düşman olan kimse şunu bilsin ki, bu Kur’ân’ı Allah’ın izniyle senin kalbine indiren odur” [2/97] âyetinin delaletiyle anlaşılmaktadır.

Aişe annemiz, Peygamber’in Allah’ı görüp görmediği tartışmasına şöyle katılır: “Kim Muhammed Allah’ı gördü derse büyük günah işlemiş olur.” Devamında “Muhakkak onu ufukta apaçık gördü” [81/23] “Bir defa da iniş esnasında gördü.” [53/13] ayetlerini okumuş ve Allah yerine Cebrâil’i gördüğünü söylemiş ve Peygamberin, “Ben Cibrîl’i yaratılmış olduğu şekil üzere sadece iki sefer gördüm” sözünü nakletmiştir. Devamında da “Gözler onu idrak edemez” [6/103] ve Allah bir beşer ile ancak şu üç şekilde konuşur..” [42/51] ayetini okumuştur. [Buhari; Bed’ul-Halk, (3234); Müslim, Îmân, 287] Allah’ın görülüp-görülemeyeceği merkezli tartışmada Aişe annemiz Allah’ın görülemeyeceğini, O’nun yerine Peygamberimizin O’nun Ruh’u, O’nun gücü, azameti anlamında Cebrâil’i gördüğünü belirtmesi ilginçtir. Yani Peygamber Allah’ın kendisini değil, Cebrâil’i yani “Allah’ın Gücü”nü görmüştür. Cebrâil, Allah’ın kendisi değil; O’ndan ayrı bir varlık da değil; bilakis onun gücü-kuvveti, konuşma/vahyetme melekesi. Yine Rabbini değil, Rabbinin “ayetlerinden en büyüğünü” görmüştür.[53/18] Bu olağandışı müşahede karşısında her akıl şaşardı ama Peygamberin gözü şaşmadı, sınırı da aşmadı. [53/17] Musa gibi “Bana kendini göster” demedi.[7/143] Allah’ın ceberûtunu, ayetlerinin en büyüğünü görmekle yetindi.

Peygamber’in bir kere “açık ufuk”ta, bir kere de “sidretü’l-müntehâ”da gördüğü şeyin Cebrâil olduğu kabul edilse de, ayet bu konuda sarih değildir. Ayrıca söz konusu görme fiili “ru’yet/aklen görme” cinsinden olup, “gördüğünü kalp de yalanlamadı” [53/11] denilerek bunun bir tür ruhanî, kalbî hal olduğuna da gönderme vardır. Fazlur Rahman’a göre: Peygamberler kendilerine vahiy getiren Allah’ın Ruh’una mazhardırlar. Meryem O’nun Ruhu tarafından hamile bırakılmıştır. Annesi Ruh tarafından hamile bırakıldığı için İsa hakkında “O’ndan bir Ruh” denilmiştir. Âdem’e kendi Ruh’undan üflemiştir. Muhammed’e de vahyi getiren –meleklerden bir melek değil- bu Ruh’tur. Peygamberimize vahiy için melek gönderilmediği kesindir. Vahiy ona, “Ruh’ul-Emîn/ Güvenilir Ruh” olarak da tasvir edilen “Ruhu’l-Kudüs/ Kutsal Ruh” tarafından getirilmiştir. Vahyi meleklerin getirmediği müşriklerin onu devamlı surette “sana neden bir melek gelmiyor” diye sıkıştırmalarından da bellidir. [11/12] Fazlur Rahman şöyle devam eder; “Fakat yanlış anlaşılmasın, bu Ruh ile melekler tamamen farklı varlıklar değildir. Sadece şu kadar söyleyebiliriz ki, bu Ruh, meleklerin en üstün derecesi ve Allah’a en yakın olanıdır.” [81/19-21] Melek kelimesinin “Vahiy Elçisi” anlamında kullanılması doğru değildir. Zira Cebrâil’i Peygambere tasvir ederken Allah hiçbir zaman “melek” tabirini kullanmamıştır. Aksine devamlı Ruh ya da Ruhani Elçi tabirlerini kullanmıştır. [3] Cebrâil ve Mikâil’in melek olmadıkları, melek üstü ruhlar olduklarını ileri sürmek mümkündür. Çünkü Cebrâil Kur’ân’ın hiçbir yerinde melek olarak zikredilmemiştir.[4] “Kim Allah’a, Allah’ın meleklerine ve peygamberlerine, Cebrâil’e ve Mîkâil’e düşman olursa, bilsin ki Allah kâfirlerin düşmanıdır” [2/98] ayetinde görüldüğü üzere Cebrâil’e ve Mîkâil meleklerden ayrı zikredilmiştir. Belki Allah meleklere, melekler de müminlere vahyeder.[5]

Fazlur Rahman’a göre; Vahiy ve Vahiy Elçisinin ruhânî ve Peygamber’e nispetlerinin ise enfûsî (internal) oldukları Kur’ân’da ayrıca belirtilmiştir. “Allah dilese senin kalbini mühürler ve böylece artık vahiy inmez.” [42/24] Cebrâil’i bir insan olarak tasvir edip vahiy getirdiği ve Peygamber’le konuştuğunu anlatan hikâyeler sonradan uydurulmuştur.[6] Kur’ân’da, Hz. Peygamber’in vahiy alma esnasında herhangi bir şahsı gördüğünden söz edilmez. Aksine Cebrâil’in vahyi Peygamber’in kalbine indirdiğinden [2/97] bahsedilir. Peygamberin “ruhî tecrübeleri” özellikle Sünnîlik teşekkül etmeye başladığı sırada, hadisler tarafından işlenerek miraç hadisesi gibi bedenen vuku bulmuş canlı bir olay haline sokulmuştur. [7] Fazlur Rahman, Cebrâil’in temessülüne ilişkin hadisler, vahyin başkalığını, objektifliğini ve sözlü niteliğini korumak amacıyla Ehl-i sünnet âlimlerince uydurulduğunu ileri sürerek Cebrâil’in dış varlığı bulunduğu görüşünü reddeder.[8] Kaldı ki, pek çok âyette vahiy gönderme/vahyetme, [4/163; 10/2; 12/3; 42/3, 7, 13] vahyi ilkâ etme [40/15; 73/5] işini Allah bizzat kendisine nispet etmektedir. Nitekim Kur’ân’ın bir üslûp özelliği ve ifade tarzı olarak vahyin Allah’a nispet edilmesine Kur’ân’da çokça rastlamaktayız. [2/99; 4/163; 10/2; 12/3; 26/192; 40/15; 42/3, 7, 13; 73/5]

İslam kendinden önceki Ehl-i Kitab geleneğini devam ettirmektedir. Ne peygamber türedi bir peygamberdir [49/9], ne de İslam türedi bir dindir! Kutsal Ruh’un kaynağı Yahudiliktir, öyleyse onların bu kavrama nasıl yaklaştıklarını bilmek önemlidir. Ruh’ul-Kudüs’ün İbranicesi “Ruah ha-Kodeş /Kutsal Ruh” tur. Bu ruh, yüksek manevî mertebelere ulaşmış kimselerin, kehanette bulunmasını sağlayan peygamberlik ruhudur. Ruah ha-Kodeş doğrudan Tanrı’yı simgeler; O’nun yanında başka bir gücü değil.[9] Rabbinik literatürde Kutsal Ruh (ruah ha-kodeş) tabiri, Eski Ahit’te ise daha ziyade Tanrı’nın Ruh’u (ruah El) ifadesi yer alır. [Eyub, 27:3; 33:4] Bu ifade “Tanrı’nın Sözü ve Nefesi” olarak anlaşılmıştır. Daha dar manasıyla ilahî ilham ve vahiyle bağlantılı biçimde kullanılan Kutsal Ruh ya da Tanrı’nın Ruhu kavramı, Tanrı’nın kendi iradesini gerçekleştirmek veya mesajını aktarmak için dilediği kişiler üzerinde etkili kıldığı kuvvet şeklinde de nitelendirilmiştir [Çıkış, 31:3; Hâkimler, 3:10; II. Samuel, 23:2; İşaya, 42:1; Hezekiel, 2:2]. Bu durumda Kutsal Ruh, söz konusu seçilmiş kişileri güç ve akılla destekleyen veya peygamberi vahyi almaya hazırlayan kuvvet olmaktadır. Yahudi geleneğinde bu kavram Tanrı’dan ayrı ya da bağımsız bir varlık olarak görülmemiş, Tanrı yerine geçecek şekilde sıkça kullanılmıştır. İncil’e göre Tanrı Ruh’tur [Yuhanna, 4:24] ve İsa hayatı boyunca hep Kutsal Ruh’la desteklenmiştir. [Luka, 4:14, 18; Resullerin İşleri, 1:7] Hıristiyan âmentüsüne göre Kutsal Ruh teslîs inancının üçüncü unsuru olması dolayısıyla Tanrı’dır. Kutsal Ruh hayat verir. O; peygamberler aracılığıyla konuşmuş, kutsal metinleri ilham etmiştir. [Resullerin İşleri, 1:8, 16; 2:4; 4:25; 28:25] İslâm inancında da peygamberlere vahiy getiren Rûh’ul-Kudüs (Kutsal Ruh)’tür.[10] Yani Allah’ın Ruhu’dur. Yahudiliğin vahiy anlayışı; -Musa örneğinde olduğu gibi- Tanrı, insanlara insan formunda görünerek (teofani/müşahede) konuşmuştur. Ya da (Tanrı anlamında da kullanılan) Tanrı’nın meleği peygamberlere ilahî mesajı iletmiştir. Bunların dışında bir diğer vahiy türü de Tanrı’nın ruhunun Peygamberlerin içine dolması şeklindedir. Burada dikkat çekici bir ayrıntı da şudur; Erken döneme ait pasajlarda bizzat Tanrı’nın insanlara görünüp onlarla konuştuğu ifade edilirken oldukça geç tarihlerde sürgün sonrası dönemde yazılan Daniel kitabında Tanrı’nın vahyini “Tanrı’nın adamı” ya da “Tanrı’nın kuvveti” anlamına gelen Cebrâil’in ilettiği belirtilmiştir. [Daniel, 8:16-26; 9:21-27] Hıristiyanlıkta ise İsa “Ruhullah” olduğundan Tanrı’nın vahyi bizzat kendisidir. Diğer peygamberler “Tanrı şöyle buyurdu” derken, İsa ise herhangi bir ilahî referansta bulunmayıp “Ben size diyorum” şeklinde kendi adına konuşmuştur. [11]

Cebrâil’in mahiyeti ve sahip olduğu niteliklerin yorumuyla ilgili spekülasyonlar tam bir skolastik görünüm arzetmektedir. Meselâ kelamcılar başta olmak üzere birçok İslâm alimi, Cebrâil’in Kur’ân’da İbrahim’le Meryem’e normal insan şeklinde, pek çok hadiste de Peygamber’e ashaptan Dihye b. Halîfe veya tanınmayan güzel bir “A’râbî/ Bedevî” sûretinde görünmesini (temessül) dikkate alarak onun çeşitli şekillere girebilen ve peygamberler dışındaki insanlarca da görülebilen “latif cisim” türünde bir varlık olduğunu kabul etmiştir. [12] Yusuf kuyuya atıldığında daha kuyunun yarısına varmadan, Allah Cebrail’e “Yetiş, benim kuluma” dediğinde Sidre’den yere olan üç yüz binlik yolu anında katetmiş, onu havada tutmuştur. Onun bir kanadı maşrıkta bir kanadı ise mağriptedir. Hak Teâlâ Lût kavmine hışm ettiğinde, Lût kavminin altından girip, kasabasıyla beraber göğe çıkardı, öyle ki horozlarının âvâzını feriştehler işitti. Sonra da o kasabayı baş aşağı çevirip yere patlattı, ardından da taş yağdırdı.[13]

[1] Yusuf Şevki Yavuz - Zeki Ünal, Cebrâil md. DİA, c.7. s. 203

[2] Elmalı, age., c.1.s.343.

[3] Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’ân, s.155-7.

[4] Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’ân, s.199.

[5] Allah’ın meleklere, meleklerin de müminlere vahyettiğini söylemek mümkündür. Enfâl, 8/9-12. âyetlerinde Allah, meleklere Müslümanlara moral ve cesaret takviyesinde bulunmalarını emretmektedir.

[6] Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’ân, s.158.

[7] Fazlur Rahman, İslâm, Çev: M. Dağ, M. Aydın, Selçuk Yay. III.Bas. Ankara/1993. s. 17-19

[8] Fazlur Rahman, İslâm, s.42.

[9] Moşe Farsi, Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla Tora ve Aftara, Bereşit, s.363.

[10] Ömer Faruk Harman, Rûhulkudüs md. DİA, c. 35. S. 216-7.

[11] Muhammet Tarakçı, Vahiy md. DİA. c.42. s.443-4.

[12] Yusuf Şevki Yavuz - Zeki Ünal, Cebrâil md. DİA, c.7. s. 203

[13] Rükneddin Ahmed, Âcâibü’l-Mahlulât, 18a. Nak; Bekir Sarıkaya, ag.tez. s.58.

1 yorum: