Öne Çıkan Yayın

İslami olarak Ölümden Sonra Yaşam ve Ruh Hususu

Selam, Aslında şu an hiç kimse beni okumuyor biliyorum ama, Allah nezdinde "çabalamış" sıfatı kazanmak için bu yazıyı yazacağı...

19 Ekim 2017 Perşembe

Kabir Hayatı üzerine İlmî Bir Değerlendirme

Kabir hayatı var mıdır? Varsa; yalnızca ruhen midir? Yoksa hem bedenen, hem ruhen midir?
Kabir hayatından bahseden hadisler haber-i âhad olmaları hasebiyle itikatta delil kabul edilmezler. Zira âhad rivayetler subut-u zanni olmaları nedeniyle itikad gibi herkesi bağlayan ve kesinlik gerektiren konularda hüccet olamazlar. Kelamcılar sadece mütevatir ve delaleti katî ve kesin hadisleri kabul ederler. Ne var ki böyle hadisler yok denecek kadar azdır. Kabir hayatı, Münker-Nekir, şefaat, sırat, havz-ı kevser, deccal, isanın nüzulü, Ru'yetullah, mehdî, hızır vs. konular hep âhad haberlere dayanmaktadır. Kur'an ayetleri bile delaleti katî olmaz \'zanni \' olur ise itikatta hüccet /delil olmazlar. Ayetin delaleti katî mi?, açık, net mi?, metnin tahsise, kinayeye, mecaza ihtimali var mı? Bırakın subutu zanni / Peygamberden geldiği şüpheli olan hadisleri, subutu kat'i /Allah\'tan geldiği kesin olan ayetler bile delaleti zanni olduğunda itikadî konularda hüccet olma şanslarını yitirirler.
Burada âhad haberlerin itikatta delil olup olamayacağını biraz açalım. Haber-i âhad; mütevatir sünnetin dışında ve Rasulullah'tan itibaren adalet ve zapt şartlarını taşıyan bir veya iki ravinin rivayet ettiği, metninde şâz ve illet bulunmayan ve zann-ı galip ile sabit olan hadislere denir. (Tevatür derecesine ulaşmayan meşhur hadis de buna dâhildir.)[1]
Haber-i âhad; zanni bilgi ifade ettiğinden kesin, kat'i bilgi ifade etmezler. Çünkü bunların Hazreti Peygambere ulaşmasında şekil /sened ve mana yönünden şüphe vardır. [2] Bu nedenle itikadi hükümlerde haber-i âhadlara dayanılamaz. [3] Haber-i âhad sahih bile olsa küfür ile iman arasında bir ölçü değildir. [4] Özetle kelamcılar haber-i âhadın zanni bir delil olduğunu, zanni delilin ise akâid konularında tek başına yeterli olamayacağı hususunda ittifak etmişlerdir.[5]
Fahreddin Razi'ye göre âhad haberler zanni bilgi ifade ettiğinden, ancak kabir hayatı var mıdır? Varsa; yalnızca ruhen midir? Yoksa hem bedenen, hem ruhen midir?
Kabir hayatından bahseden hadisler haber-i âhad olmaları hasebiyle itikatta delil kabul edilmezler. Zira âhad rivayetler subut'u zanni olmaları nedeniyle itikad gibi herkesi bağlayan ve kesinlik gerektiren konularda hüccet olamazlar. Kelamcılar sadece mütevatir ve delaleti katî /anlamı açık ve kesin hadisleri kabul ederler. Ne var ki böyle hadisler yok denecek kadar azdır. Kabir hayatı, Münker-Nekir, şefaat, sırat, havz-ı kevser, deccal, isa\'nın nüzulü, Ru\'yetullah, mehdî, hızır vs. konular hep âhad haberlere dayanmaktadır. Kur\'an ayetleri bile delaleti katî olmaz \'zanni \' olur ise itikatta hüccet /delil olmazlar. Ayetin delaleti katî mi?, açık, net mi?, metnin tahsise, kinayeye, mecaza ihtimali var mı? Bırakın subutu zanni / Peygamberden geldiği şüpheli olan hadisleri, subutu kat\'i /Allah\'tan geldiği kesin olan ayetler bile delaleti zanni olduğunda itikadî konularda hüccet olma şanslarını yitirirler.
Burada âhad haberlerin itikatta delil olup olamayacağını biraz açalım. Haber-i âhad; mütevatir sünnetin dışında ve Rasülluhlah\'tan itibaren adalet ve zapt şartlarını taşıyan bir veya iki ravinin rivayet ettiği, metninde şâz ve illet bulunmayan ve zann-ı galip ile sabit olan hadislere denir. (Tevatür derecesine ulaşmayan meşhur hadis de buna dâhildir.)[1]
Haber-i âhad; zanni bilgi ifade ettiğinden kesin, kat\'i bilgi ifade etmezler. Çünkü bunların Hazreti Peygambere ulaşmasında şekil /sened ve mana yönünden şüphe vardır. [2] Bu nedenle itikadi hükümlerde haber-i âhadlara dayanılamaz. [3] Haber-i âhad sahih bile olsa küfür ile iman arasında bir ölçü değildir. [4] Özetle kelamcılar haber-i âhadın zanni bir delil olduğunu, zanni delilin ise akâid konularında tek başına yeterli olamayacağı hususunda ittifak etmişlerdir.[5]
Fahreddin Razi\'ye göre âhad haberler zanni bilgi ifade ettiğinden, ancak zan mertebesinde bir delil oluşturabilirler. Hâlbuki Kur\'an \'\'zan haktan /gerçekten bir şeyi ifade etmez.\'\'[Necm, 53/28] \'\' Bilmediğin şeyin ardına düşme \'\' [isra, 17/36] buyurmaktadır. Kesinlik ifade etmeyen şeylerin ardına düşmek Kur\'an\' a aykırıdır. Ayrıca sahabeden bazıları diğerlerini \'Peygamberin sözünü doğru anlayamamakla, onun öğretilerine / sünnetine aykırı davranmakla\' suçlamıştır. Yine sahabe ondan duydukları hadisleri \'aynı lafızlarla\' değil de, \'mana / yaklaşık anlam\' ile yıllar sonra nakletmişlerdir. Bu da muhtemel anlam kaymalarını beraberinde getirmektedir. Hatta tarihen sabittir ki mülhid /islam düşmanları pek çok hadis uydurup peygambere isnad etmişlerdir.[6] Hadislerin tedvini tüm itikadi, siyasi, ameli fırkaların /mezheplerin çıkmasından sonra gerçekleşmiştir.[7] Bundan dolayı hadisçiler ravileri mezheplerinden dolayı seçmişler ya da seçmemişlerdir. Bu da bir nevi hizipçilik olduğundan objektif davranamamışlardır. Her hadisçi bu mezheplerden birine ya da bir kaçına mensup olduğundan kendi mezhebinin görüşlerini destekleyecek hadisleri bulmuş veya sadece onları nakletmiştir. Hatta mezhep taassubuyla ne kadar islamın ruhuna aykırı hadisler uydurulduğu erbabının çok iyi bildiği şeylerdendir. Maalesef bizim neye, nasıl inanacağımızı din değil, mezhepler karar vermiştir.
Hz. Peygamberin Kur\'an’da yer alan itikadi konular hakkında herhangi bir açıklama yapmamış olması düşünülemezse de, kabir azabı gibi Kur\'an da yer almayan önemli itikadi konuları anlatması / oluşturması \'Kur\'an\'ın tefsiri olarak da değerlendirilemez. ikmal ve itmam olmuş bir dinin \'usulü\'d-din / dinin esasları\' olan itikad konuları herkesi bağlar. Kişiyi cennete zütüren amelden önce imanı ise; iman, \'mü\'menun bih / inanılması gereken şeyler olarak\' artmaz ve eksilmez ise \'iman edilmesi gereken itikadi konuların net, kesin ve belirlenmiş olması icab eder. [8] Kur\'an\'ın üçte biri kıyamet, ba\'s, haşr, cennet ve cehennem iken, ikinci yaşamımız için bu kadar yer ayrılmış iken tüm insanları ilgilendiren kabir âlemi / hayatı ile ilgili hiçbir açık, net ayetin olmaması biraz garip değil mi?
Özetle; âhad haberler zan ihtiva ettiğinden, zanna dayanarak bir müslümana \'kâfir\' demenin mümkün olmadığını kelamcılar kabul ederler.[9] Yani kabir hayatını inkâr eden biri tekfir edilemez, küfür ile itham edilemez. Kabir hayatına inanan kimse de dalalet ile itham edilemez, yanlış ve hatalı düşünüyor diye kınanamaz. Zira ulemanın cumhuru / çoğunluğu da buna inanmışlardır. itikadi konularda sahih hadisleri delil kabul etmenin doğal bir sonucudur aslında bu. Bazı Hariciler, Mutezileden Dırar ibnu Amr kabir azabını mutlak olarak inkar etmişlerdir. Mutezilenin çoğu, kabir azabını inkar etmemişler, onun yalnızca kafirlere has olduğunu söylemişlerdir.
Pekâlâ, hadisimiz sahih değil de zayıf ise ne olacak? Bunlarla amel edilir mi? Zayıf hadisler ancak çok özel şartlarla, amellerin fazileti gibi konularda amel edilir diyen alimler varsa da, hiçbir konuda onlarla amel edilmez diyen alimler de vardır. Çünkü din amelî olsun, itikadî olsun, ahlakî olsun bir bütündür. Din bir zihniyettir, bir dünya görüşüdür. Ve asla içine yalan, yanlış, batıl sokulmamalıdır.
Ehl-i Sünnetin çoğunluğu kabir sorgusu esnasın da ruhun bedene iade edileceği şeklindeki rivayetlere dayanarak ölünün cesedinde azabın elemini veya nimetin lezzetini hissedecek kadar bir hayatın yaratılacağını söylemişlerdir. Ama ruhun bedene aynen iade edildiğini söylemekten de çekinmişlerdir.[10]
Esas tartışma kabir azabının \' ruhen mi?,ya da \'hem ruhen, hem de bedenen mi\'? Olacağı üzerinedir. ibn Hazm, ibn Kayyim el-Cevziyye kabir âleminde azap ve nimeti idrak edecek olanın ruh olduğunu söylerler.
Duyu organları ile bu âlemi algılamamız da mümkün değildir. Ölen kişi Allah\'a mülaki olmuş, cesedi de geldiği yere, toprağa iade olmuş, toprağa karışıp gitmektedir. Kafesteki \'can kuşu\' uçmuş, kafes te toprakta dağılıp gidecektir. Âlimlerin genel kanaati beden ile ruhun /canın mevcudiyeti et ile tırnak gibidir. Yalnız başlarına yaşamaları pek mümkün görünmemektedir. Doğrusunu Allah bilir.
Bu konuyu daha iyi tahlil edebilmek için, bir hadisin hadis olabilmesi bazı kriterler vardır. Hadis\'in sadece senet kısmına /ravilerinin güvenilir olup olmamasına bakılmaz. Aynı zamanda şu şartları da taşımaları gerekir.
• Hadisin metni / anlamı Kur\'an\'a aykırı olmamalı, islamın temel prensipleriyle çatışmamalıdır. Yaşayan Kur\'an olan peygamberin Kur\'an\'a aykırı bir şey söylemesi mümkün değildir.
• Hadisler, sahih sünnete aykırı olmamalıdır. Hadis sünnet demek değildir.
• Aklın temel kurallarına, mantığa aykırı olmamalı,
• Sünnetullaha/tabiat kanunlarına aykırı olmamalı (Resulullah\'ın ikindi namazını kılamadığı bir günde batmış olan güneş, güya onun namazını vaktinde kılabilmesi için geri dönmüş, vs. gibi rivayetler uydurmadır. Batan güneş, geçen zaman geri gelmez).
• Tarihi hadiselere aykırı olmaması gerekir.
• Metninde ne gramer hatası, ne de mana bozukluğunun olmaması gerekir. Zira Resulullah Arapların en fasih, en beliğ konuşanı idi ve onun uslubu çok iyi bilinmektedir.
• Herkesin görmesi gereken bir olayı tek bir kimsenin gördüğünü söylemesi gibi.[11]
Bu bilgiler ışığında konuya tekrar dönersek, mesela; “Ölenin arkasından ağlayanlardan dolayı kabir azabı göreceği” rivayetini Hz.Aişe Annemiz “Hiç kimse başka bir kimsenin günahını yüklenmez”. [Fatır,35/18] ayetine dayanarak reddetmiştir. [Buhari, Cenaiz,32] Öyle ya, ölen kimse niye başkasının ağlamasından dolayı ayrıca cezalandırılsın? Üstelik her insan sevdiklerini kaybedince hüzünlenir, gözyaşlarını tutamaz. Bu kadar fıtri/doğal ve insani olan bir şey neden yasaklanmış olsun? Nitekim Peygamberimiz oğlu vefat ettiğinde ağlamıştı. ibrahim can çekişirken onu kucağına almış, öpüp koklamıştı. Gözleri yaşla dolmuştu.\'Sende mi ağlıyorsun Ya Rasulallah?\' dediklerinde \'Ağlamak merhamettendir, göz yaşarır, gönül hüzünlenir ama yine de Allah\'ın razı olmayacağı şeyleri söylemeyiz. Senin ayrılışına çok üzüldük Ya ibrahim” [Buhari, Cenaiz, 44] demişlerdi. zan mertebesinde bir delil oluşturabilirler. Hâlbuki Kur\'an \'\'zan haktan /gerçekten bir şeyi ifade etmez.\'\'[Necm, 53/28] \'\' Bilmediğin şeyin ardına düşme \'\' [isra, 17/36] buyurmaktadır. Kesinlik ifade etmeyen şeylerin ardına düşmek Kur\'an\' a aykırıdır. Ayrıca sahabeden bazıları diğerlerini \'Peygamberin sözünü doğru anlayamamakla, onun öğretilerine / sünnetine aykırı davranmakla\' suçlamıştır. Yine sahabe ondan duydukları hadisleri \'aynı lafızlarla\' değil de, \'mana / yaklaşık anlam\' ile yıllar sonra nakletmişlerdir. Bu da muhtemel anlam kaymalarını beraberinde getirmektedir. Hatta tarihen sabittir ki mülhid /islam düşmanları pek çok hadis uydurup peygambere isnad etmişlerdir.[6] Hadislerin tedvini tüm itikadi, siyasi, ameli fırkaların /mezheplerin çıkmasından sonra gerçekleşmiştir.[7] Bundan dolayı hadisçiler ravileri mezheplerinden dolayı seçmişler ya da seçmemişlerdir. Bu da bir nevi hizipçilik olduğundan objektif davranamamışlardır. Her hadisçi bu mezheplerden birine ya da bir kaçına mensup olduğundan kendi mezhebinin görüşlerini destekleyecek hadisleri bulmuş veya sadece onları nakletmiştir. Hatta mezhep taassubuyla ne kadar islamın ruhuna aykırı hadisler uydurulduğu erbabının çok iyi bildiği şeylerdendir. Maalesef bizim neye, nasıl inanacağımızı din değil, mezhepler karar vermiştir.
Hz. Peygamberin Kur\'an’da yer alan itikadi konular hakkında herhangi bir açıklama yapmamış olması düşünülemezse de, kabir azabı gibi Kur\'an da yer almayan önemli itikadi konuları anlatması / oluşturması \'Kur\'an\'ın tefsiri olarak da değerlendirilemez. ikmal ve itmam olmuş bir dinin \'usulü\'d-din / dinin esasları\' olan itikad konuları herkesi bağlar. Kişiyi cennete zütüren amelden önce imanı ise; iman, \'mü\'menun bih / inanılması gereken şeyler olarak\' artmaz ve eksilmez ise \'iman edilmesi gereken itikadi konuların net, kesin ve belirlenmiş olması icab eder. [8] Kur\'an\'ın üçte biri kıyamet, ba\'s, haşr, cennet ve cehennem iken, ikinci yaşamımız için bu kadar yer ayrılmış iken tüm insanları ilgilendiren kabir âlemi / hayatı ile ilgili hiçbir açık, net ayetin olmaması biraz garip değil mi?
Özetle; âhad haberler zan ihtiva ettiğinden, zanna dayanarak bir müslümana \'kâfir\' demenin mümkün olmadığını kelamcılar kabul ederler.[9] Yani kabir hayatını inkâr eden biri tekfir edilemez, küfür ile itham edilemez. Kabir hayatına inanan kimse de dalalet ile itham edilemez, yanlış ve hatalı düşünüyor diye kınanamaz. Zira ulemanın cumhuru / çoğunluğu da buna inanmışlardır. itikadi konularda sahih hadisleri delil kabul etmenin doğal bir sonucudur aslında bu. Bazı Hariciler, Mutezileden Dırar ibnu Amr kabir azabını mutlak olarak inkar etmişlerdir. Mutezilenin çoğu, kabir azabını inkar etmemişler, onun yalnızca kafirlere has olduğunu söylemişlerdir.
Pekâlâ, hadisimiz sahih değil de zayıf ise ne olacak? Bunlarla amel edilir mi? Zayıf hadisler ancak çok özel şartlarla, amellerin fazileti gibi konularda amel edilir diyen alimler varsa da, hiçbir konuda onlarla amel edilmez diyen alimler de vardır. Çünkü din amelî olsun, itikadî olsun, ahlakî olsun bir bütündür. Din bir zihniyettir, bir dünya görüşüdür. Ve asla içine yalan, yanlış, batıl sokulmamalıdır.
Ehl-i Sünnetin çoğunluğu kabir sorgusu esnasın da ruhun bedene iade edileceği şeklindeki rivayetlere dayanarak ölünün cesedinde azabın elemini veya nimetin lezzetini hissedecek kadar bir hayatın yaratılacağını söylemişlerdir. Ama ruhun bedene aynen iade edildiğini söylemekten de çekinmişlerdir.[10]
Esas tartışma kabir azabının \' ruhen mi?,ya da \'hem ruhen, hem de bedenen mi\'? Olacağı üzerinedir. ibn Hazm, ibn Kayyim el-Cevziyye kabir âleminde azap ve nimeti idrak edecek olanın ruh olduğunu söylerler.
Duyu organları ile bu âlemi algılamamız da mümkün değildir. Ölen kişi Allah\'a mülaki olmuş, cesedi de geldiği yere, toprağa iade olmuş, toprağa karışıp gitmektedir. Kafesteki \'can kuşu\' uçmuş, kafes te toprakta dağılıp gidecektir. Âlimlerin genel kanaati beden ile ruhun /canın mevcudiyeti et ile tırnak gibidir. Yalnız başlarına yaşamaları pek mümkün görünmemektedir. Doğrusunu Allah bilir.
Bu konuyu daha iyi tahlil edebilmek için, bir hadisin hadis olabilmesi bazı kriterler vardır. Hadis\'in sadece senet kısmına /ravilerinin güvenilir olup olmamasına bakılmaz. Aynı zamanda şu şartları da taşımaları gerekir.
• Hadisin metni / anlamı Kur\'an\'a aykırı olmamalı, islamın temel prensipleriyle çatışmamalıdır. Yaşayan Kur\'an olan peygamberin Kur\'an\'a aykırı bir şey söylemesi mümkün değildir.
• Hadisler, sahih sünnete aykırı olmamalıdır. Hadis sünnet demek değildir.
• Aklın temel kurallarına, mantığa aykırı olmamalı,
• Sünnetullaha/tabiat kanunlarına aykırı olmamalı (Resulullah\'ın ikindi namazını kılamadığı bir günde batmış olan güneş, güya onun namazını vaktinde kılabilmesi için geri dönmüş, vs. gibi rivayetler uydurmadır. Batan güneş, geçen zaman geri gelmez).
• Tarihi hadiselere aykırı olmaması gerekir.
• Metninde ne gramer hatası, ne de mana bozukluğunun olmaması gerekir. Zira Resulullah Arapların en fasih, en beliğ konuşanı idi ve onun uslubu çok iyi bilinmektedir.
• Herkesin görmesi gereken bir olayı tek bir kimsenin gördüğünü söylemesi gibi.[11]
Bu bilgiler ışığında konuya tekrar dönersek, mesela; “Ölenin arkasından ağlayanlardan dolayı kabir azabı göreceği” rivayetini Hz.Aişe Annemiz “Hiç kimse başka bir kimsenin günahını yüklenmez”. [Fatır,35/18] ayetine dayanarak reddetmiştir. [Buhari, Cenaiz,32] Öyle ya, ölen kimse niye başkasının ağlamasından dolayı ayrıca cezalandırılsın? Üstelik her insan sevdiklerini kaybedince hüzünlenir, gözyaşlarını tutamaz. Bu kadar fıtri/doğal ve insani olan bir şey neden yasaklanmış olsun? Nitekim Peygamberimiz oğlu vefat ettiğinde ağlamıştı. ibrahim can çekişirken onu kucağına almış, öpüp koklamıştı. Gözleri yaşla dolmuştu.\'Sende mi ağlıyorsun Ya Rasulallah?\' dediklerinde \'Ağlamak merhamettendir, göz yaşarır, gönül hüzünlenir ama yine de Allah\'ın razı olmayacağı şeyleri söylemeyiz. Senin ayrılışına çok üzüldük Ya ibrahim” [Buhari, Cenaiz, 44] demişlerdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder